Pazar, Mayıs 28, 2006

İSTANBUL'UN FETHİ

Bugünkü işkence anlatımımız İstanbul'un Fethi konulu.
Olay şu şekilde gerçekleşir;
Mekan: Necati Bey'in odası
Kahramanlar: Lafazan Hanım, Necati Bey
Dialog:
-Hocaanım, şu evrakı imzalayın bi.
-İmzalamam, mutlaka bi yere gidilcek haberidir.
-Siz imzalayın da gidin gitmeyin beni bağlamaz.
-Amirim olmasanız o kaatta imzamın olup olmaması da beni bağlamaz derdim ama...
-Hışır fışır (İmza sesi)
-Allahım yeter artık, başka birşeyi kutlamak istemiyorum, gitmesem nolur ki!?.. (Lafazan Hanım içses)
-Heh en sonunda imzaladı, her şeye söyleniyo bu da. (Necati Bey içses)

I. Perde kapanır, II. Perde Pazar günü 11,30 da Tuçka Haküf Kunçel in bahçesinde açılır.

Anlatıcı:
Uzaktan kocasıyla ele ele tutuşmuş gelen Lafazan Hanımı görürüz, üzerinde cici eteği, siyah babetleri vardır, hala iyimserdir. Kocası biraz huzursuzdur, okul içinde karısının elini tutmuş olmasından dolayı. Lafazan Hanım kocasının elini bırakır, içeri götürür, örtmenner odasını ve manzarasını gösterir, kalan kısımları görmüştür kocası zaten. Aşağı inerler. Kocası hızla koşarak tunning fuarına doğru uzaklaşır, Lafazan Hanım da arkideşi Yeşim Hanımla birlikte Talat Hanımın yanına gider. Sucuklar toplaşırlar, sıraya sokulurlar, otobüse istiflenirler, yolda kıytırık şarkılar söylenip el çırpmalarına halen iyimserlikle bakar, hafifçe sırıtır. Dolmabahçenin önüne çocukları dökerler. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim;

Lafazan Hanım:
" Oraya sürü halinde saçıldık, geçen seferki Pazar yürüyüşü hezimetinden sonra bile halen gelen 37 öğrencim vardı, 9 fireyle gayet iyi bir skor elde etmiştim. Milisaniye başına düşen 112 "Hocam ne zaman gitcez" sorusu sıkıcı hale geldi ama gene de çocuklarla dalaşmadım, "Bilmem yavrum, dağılmayın, öldürürüm sizi" diye nazik nazik cevap verdim. İlk on dakika içinde kafama-mıza güneş geçmişti bile çünkü öğlen 12 de oradaydık. Ve dahi 14,30 a kadar daha pişince gözümüz döndü. Daha küçük yavrular hepten telef oldu, bizimkilerin içi dışına çıktı, benim ayaklarım ayakta durmaktan ve sıcaktan üç ayak boyutuna ulaştı, ayakkabılarım zor zapdetti, cici eteğimin bile havası söndü, gözümün feri kaçtı, bir kova su içtiğim halde dilim damağıma yapıştı. Talat Hanım sinirinden ağlayacak gibi oldu, Yusuf Bey çocuklarını sessizce dağıtıp kaçtı, Mustafa Bey dağılmamakta direnip, halatla çekilen gemi ve yeniçeri korteji eşliğinde Dolmabahçeden Taksime kadar yapılacak olan yürüyüşe de katılmamızda ısrarcı oldu. Bu noktada Talat Hanımla isyan edip çocuklarımızı dağıttık, kendimiz de gidiyorduk ki Mustafa Bey "ille okula gidelim" dedi. Kırmadık gittik 90 derece dik bir yokuşu 48 derece sıcak altında tırmandık. Ki bu esnada tişörtüm sucuk gibi olmuş, ayaklarımı basıcak yer bulamıyor ve olabilecek son hadde asabi idim, hiç girmedim okula taksiye atladığım gibi eve geldim.
Bu noktada beni üzen şeyler şunlardır, İstanbul'un Fethi gerçekten önemli ve güzel bir gün, ben Mehter Marşlarını çok severim, ilk defa canlı bir Mehter Takımı, atlı ve yaya yeniçeriler, karadan yürütülen gemi, demir örme zırhlı askerler gördüm. Ki at üzerindeki yeniçerilerden biri ben diyim 80 siz deyin 90 yaşında ama son derece dinçti. Osmanlı'ya ait olan herşeye hayran olan ben, isterdim ki bugün böyle bir eziyet şeklinde değil, az buçuk düzgün bir organizasyonla yapılsın. O güneşten kavrulan ve bir gün sonrasıyla başlayan haftada 6-7 yazılı olacak çocuklara ayrılan yere de bir gölgelik kurulsun, oturacak sandalyeler konulsun, 11,30 da oraya dikelttirilip 13 de tören başlatılıp daha tören mören başlamadan herkes herşeyden nefret edecek hale getirilmesin, kitaba uygun yapılacak diye öğretmenler zorla kutladıkları bu özel günlerden nefret ettirilmesin. Yalnız büyükbaşlar düşünülüp onlara gölgelik, oturacak mekan ayarlanmasın, yavrular ve hocaları da düşünülsün. Ama nerdeee...
Yanarım yanarım Fatih Sultan Mehmet'in sızlayan kemiklerine yanarım, o padişah ki ne kanlar ne canlar karşılığında fethetti içinden deniz geçen bu kenti. "


SON