Çarşamba, Haziran 28, 2006

SEVMEDİĞİMİZ KİŞİYE NELER YAPABİLİRİZ?

Diyelim ki sevmediğimiz biri var, ama öyle bööle diil, nefret ediyoruz, onu gördüğümüzde böyle ağzımızda tükrük toplanıyor, gözümüzün önünde küçük kara benekler uçuşuyor, hatta ve hatta dişlerimizin uzayıp keskinleştiği hissedebiliyoruz. Böyle birini tasavvur edelim hep birlikte. Ettik mi? Evet.
Varsayalım ki; bu kişi acımasız yöntemlerimizle dünyasını karartabileceğimiz kadar yakınımızda olsun. Onu ele alıyoruz şimdi.

SENARYO 1 (Nefret edilen kişi kız ve bu kızın ev anahtarını bi şekilde ele geçirdiğimizi varsayıyoruz)

a) Kız evde don gömlek oturuyor, dens dens dens yarışması seyrediyor. Tam o esnada ev kapısı açılıyor, üstü atletli, altı çubuklu pijamalı, kıllı ve sakallı bi adam giriyor, doğru bunun olduğu odaya gidiyor, duvara dönüp çişini yapıyor, hiçbişey demeden kapıyı çekip gidiyor. (Paranoya seviye 1)
b) Kızın evi 8. kat. Gecenin bir vakti aniden cam tıklatılıyor, kız cama çıkıyor, camın önünde bir herif, ağzındaki sigarayı göstererek "bacım ateşin var mı?" diyor. (Önceden iskeleyi kurmuş veya helikopteri kiralamış olduğumuzu varsayıyoruz)(Paranoya seviye 2)
c) Kız akşam işten yorgun argın eve geliyor, salonuna girdiğinde bi emmi, tombul hanımı, iki sümüklü çocuğuyla piknik yaptıklarını görüyor. (Paranoya seviye 3)
d) Kız gene işten eve dönüyor, kapıyı açtığında evinde bir ayıpçı işler çevrilen ev ambiyansıyla karşı karşıya geliyor. Gecelikli ablalar, kırmızı fenerler...Kombinezonlu şişko mama, "sen yeni mi düştün anam" diye bunu karşılıyor. (Paranoya seviye 4)
e) Beyaz etek giydiği bir gün arkasına kırmızı bir leke bulaştırılıyor, kendisine haber verilmiyor, fotoğraflanıyor ve resimler postaya veriliyor.
f) Tuvaletine ses kayıt cihazı yerleştirilmek suretiyle, bir müzikal havasındaki sesler kaydediliyor, kendisini "pek zaarifim canııım" diye kakaladığı erkek arkadaşına kaset ulaştırılıyor.
g) Hanım evde eteğiyle gezerken aniden bastığı yerde, halının altından bir kapak açılıyor, bi adam başı uzanıp "hey yavrum heeyyyy" diye bağırıp kapağı geri kapatıyor.


Devam edecek....

Salı, Haziran 27, 2006

GÖZLÜK SORUNSALI - RİCA EDERİM BELGESİ



Diablo problemini çözdüm, çatır çatır oynadım koca gün, bi kızcaaz var, büyücü, onlan oynıyım dedim aslında ama zavallı hiç de göz doldurucak bir yol arkadaşı diil, kuş kadar canı var, bu Diablo'nun memleketinde de envai çeşit yaratık olduundan, kıza iki darbe indirdiler mi benim süper kahraman yeri yakından görüyo. En sonunda dedim ki; bu böyle olmiicak şöyle deve gibi bi herif buliim onlan yola çıkiim, gittim Barbarian'ı seçtim, iki metre civarında danasal bi kimlik bu. O korkunç vadilerde, tepelerin altında gördüümüz bütün canazorları öldürdük, yetmedi kesip dooradık, dondurucu el baltamızla bıdık bıdık buz parçalarına ayırdık kendilerini. Allah sizi inandırsın herifi yedeğime aldıktan sonra bana bi cesaret geldi, kızla koşmaya cesaret edemeyip hin hin yürüyerek aştığım onca levelı herifimle koştur koştur geçtim. Yaşasın Barbarian!
Gocaylan da kavga ettik karpuz meselesi yüzünden, kendisine küsüm, gözlük sorunsalını annatırken kendisinden "böcekefendi, uğurcum, yavrum, kuşum, kelebeğim" felan diye diil sadece "koca" diye bahsediyorsam sebebi budur.
Güneş gözlüüm kahverengi, ben de lensli ve hassas gözlü olup ışığın her cinsinden nefret ettiğimden, havam olsun namım yürüsün mantığıylan aldığım o kahverengi gözlük hurdaya çıkıverdi. Yok hemen diil, bak bi yaz takındım onu, gözümden şıpır şıpır yaş gelerek ama bu sene isyan ettim gayrı, ben de bi insan evladıyım sonuçta bana da lazım bi tane en karasından gözlük. Kocasız alamadım, şindi gider beğenir alırım eve gelirim, olan nezaketiyle "yivreennçç" felan diyip moralimi bozar diye, bir Pazar günü Profilo'ya gittik aldık, Allah muhafaza civarımızda Profilo olmasa ne yemek yiyebilcek, ne alışveriş yapabilcek, ne bişi edebilcektik. Öyle sersefil, perperişan oturucaktık. Fotodaki saçımın bir hoş, pek hoş, nahoş oluşunun sebebi de koca gün döne döne yatmamdan kaynaklanmaktadır, daha kötü versiyonları da var da sizin için süslendim, yarın öbürgün bi de gırmısı rujlu resmimi koydum muydu oldum demektir. Artık dünyayı kara görüyorum ya benden mutlusu yok.
Nahan da bi de o yukardaki belgeden aldım ben, ismimi kapattım ki 007 misali kimliğim gizli kalsın. Üzerinize afiyet lokmaları ben döktüm de. Şimdi şu noktada bir saptama yapmak istiyorum. 5 senedir bu okuldayım, sizden iyi olmıyım çok iyi bi örtmenimdir ben, ders annatcam diye kendimi paralarım, çalışma sorusu, hazırlık puanı, liste zıkkım bi ton ayrıntıylan uğraşırım, öörencilerim öörensin bari iki kelime diye kendimi paralarım, iyi de ders annatırım, bi sürü veliden özel teşekkürler almışlığım vardır. Bakınız, öyle sosyal aktiviteler yapmam ama, sinema, tiyatro, koro, 19 mayıs, 23 nisan filan gibi şeylerin içine girmem, şiir neyim sevmem okutmam, yavruları ve kendimi manasız aktivitelerin içine koymam. Amirlerim de bilir benim iyi örtmen olduumu. Fekat 5 senenin sonunda aldığım teşekkürün sebebini görünce biraz yamuldum, itiraf ediim. "Lokma Günü ve İstanbul'un Fethi törenlerinin hazırlanmasına katkı". İki aktivitenin hazırlanmasına da katkıda bulunmadım, tek yaptığım, daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olduğum gibi, metazori yöntemiyle yavruları 4 saat güneşin altına dikmekten ibaretti. Bu teşekkürü bu sebepten haketmedim ve almak da istemiyorum, aldım tabi gene de de söyleniyim dedim. Böyle bi saçma sütlaç sebepten verceklerine "eğitim öğretime yaptığı katkılardan..." diye verselerdi, benden mutlusu olmazdı. Buruk yani içim, "karşılığı buymuş demek" gibi bir ruh hali içerisindeyim. Sanırım bundan sonra sadece vicdanımla başbaşa kalıcam, 5 sene it gibi çalış, kimse bişi demesin, Lokma Gününde çocukları ayakta dik, teşekkür versinler. Zati kim anlamış ki bu devletin işini ben anlıycam demi?! Atama da istedik çıkmadı, gidicektim ne güzel Bahçeşehir'e.
Aslında yukarıdaki paragrafı bitirip alttaki paragrafa geçmiştim ama dayanamadım işte, yazmak istiyom, bu Milli Eğitime bi reform gerek, öğretmene bir teşvik primi gerek, para olarak demiyorum, manevi olarak diyorum, tamam para da olur da birinci hedef o diil, okulda bi ton ne idüğü belli olmayan adam var, hiç bişi yapmıyolar ve hiçbişi olmuyo, biz bi takım işler yapıyoz ya kendimizce, bi de azar işitiyoz üzerine, "neden orasını öyle, burasını böyle yapmadın" diye. Kardeşim kendi çapımda yapmışım bişiler işte, az bi gaz ver daha iyisine çalışiim, sen de bu arada o hiç bişi yapmadan devletten çatır çatır maaş alanlara bulaş. Bir iş verirken hemen "Lafazan Hanım yapıver" hitabına cevap olarak verilen "Ya neden hep ben, bilmemkim beye yaptırsanıza, koca sene bi işin ucundan tutmadı" cümlesine karşılık "Ya ona söylesek de yapılmıycak, sana söylüyoz ki yapılsın" demeeee, yaptıııııır, amirsin sen. Yasal yaptırımı neyse onu uygula gerekiyosa. Ama yok, onlar iyicene serilirler, bizim gibiler de "ne yapcam ya, yapan da bir yapmayan da, baksana" ruh hali içinde yüzer, her bişi tepetakla olur gider. Bu öyle Örtmenlikte Kariyer Basamaklarıyla felan olcak iş diil yani, o da lazım kötü demiyom, ama o bişilerin üzerine kurulmalı, böyle altı boş boş Usta Örtmen olcam da neye yarıycak, yatıp duranlara gün doğucak, Usta kişi benim ya, ben yapiim işleri demi?! Oyfff offffff.
Ben de bana bu belgeyi hazırlayanlara bir "rica ederim" belgesi hazırlamak istiyorum. Üzerinde ayıp bi takım işaretler olan. Ama edepli erkanlı, evli barklı kadınım ya ben, yakışmaz bana yani ondan. Asil olmak lazım.

Pazartesi, Haziran 26, 2006

DİABLO 2

Evet çok kızgınım, hazır tatil gelmiş, kendimi oyuna neyime vuracağım zaman bu zamandır, tamatak 20 YTL verip de aldığım şu yandaki nadide oyun bilgisayarımda çalışmıyor. Patchlendi matclendi, belki problem XP dendir diye sanal PC de varolan Win98'e kuruldu, tırnaklar yendi yutuldu, hevesle yaratık öldürme işine girişilecekken kursakta kalma durumu vuku buldu. Oynayamıyorum çok asabiyim.
Derhal bana bi çare buluna, şu oyunun verdiği "Unable to load function FT_Thunk (Kernel32. DLL)" hatasının sebebi ve çözümü buluna, yoksa çevreye vereceğim zararlardan sorumluluk kabul etmem.
Teeha üni bitip evde pineklediğim yıllarda, yani takriben 1999-2000 yıllarında, Impressions Games'in Master of Olympus: Zeus oyununu oynardım, helbet ki medeniyet kurmakla alakalı bişii. Yıllar geçti evlendim, bilk aldık, daha doorusu bilk aldık, evlendim, başka oyunlardan sıkıldığım için gene emektar Zeusumu getirdim, Yunan tanrıların tapınak yapma işine hız verdim, arada bikaç Sims ve eklenti paketleri, Partners diye salak bi oyun, 0 fizik bilgimle neyime güvenip aldığımı bilemediğim Worms diye solucan oyunu, snoodlar mnoodlar beni bugüne getirdi ama gün bugündür kardeşim ben de Diablo oynamak ittiyorum. Uğur'un Doom oyunu vardır, evlerden uzak, daha oynamadan altınıza sıçarsınız, sesler müzik felan "hıhıhıhı" ettirir insana, adamları parça pinçik edene kadar vurursunuz filan illet bişi yani sözün kısası, öyle dehşetengiz bişi de diil bu oyun bak, normal kızlar da oynayabilir.
Bi el atın güzel kardeşlerim, Yasemin kardeşlerine sor belki bilirler, Unut sana bizim bilg bölümünü araştırma görevi veriyorum. Bi de oynadığınız güzel oyun varsa ismini verin de şu olana kadar onlarla idare ediim bari.

Cumartesi, Haziran 24, 2006

DEKORASYON KENESİ




Dekorasyon ne hoş bişidir Yarabbim. Böyle gidersin Bauhaus'a, Ikea'ya, çılgıncasına alırsın, eve getirirsin, kocan montajlamaz, bekler, en sonunda çeşitli rüşvetler teklif ederek taktırırsın, ama o da haklıdır adam zati eve gece 9-10 da gelmektedir o saatten sonra matkap neyim uuraşmak istemez felan, neyse sonunda olur, kurum kurum kurulduğun kurula çizimlerini götürür, örtü planı çizersin, kurul 6 saat sürünce değil örtü çizmek, 7 katlı alışveriş merkezi çizecek olsan gene de yetiştirebileceğin gerçeğini idrak edersin, sıcak havalarda Osmanbey gezisi yapmaya erinir, örtü kumaşını bi türlü tedarik edemezsin, çizimlerinin elinde patlamak üzeredir vesaiiirrrr. Bugün gideceğin Cevahir Koçtaş ve Tepe Home gezilerinde belki kumaşı bulurum ümidini taşırsın. Galvaniz saksı bulmak lazımdır, Feng Shui'ye göre salonunda metal elementi eksik kaldığından hassas ruhunun incinmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın. Mudo'da indirim vardır, ay ne hoştur, ruhsuz bi takım arkideşlerin evi sadece yatak ve yemek olarak gördüğü için senin dekorasyon fikirlerini anlamaz, Allahtan Lale arkideşin vardır da ona bütün abuk fikirlerini açıp desteğini alabilirsin. Fuşya hesap defterinin arkasına çiziktirdiğin 4 sayfalık alınacaklar listesinde edindiğin parçaları tek tek çizip kelle gibi sırıtırsın. O yukardaki resimdeki rafa alacağın havlular ve diğer renkli kutuları düşünüp mutlu olursun.
Okulun kapanmış olmasının en güzel yanı böyle fuzuli işlere ayıracak boll zamanın olmasıdır, sırada koltukların silinmesi, halıların yıkayıcıya verilmesi, perdelerin yıkanması, korkunç durumdaki balkonun temizlenip fuzuli eşyaların ilgili yerlere verilmesi veya atılması vardır.
Okul yeniden açılana kadar evde oturmak ne güzeldir oyyy!!!

Pazartesi, Haziran 19, 2006

NASIL KALDIM ANLAMADIM

Annem geldi, hop hop hop, babam geldi güp güp güp, ablam kızım geldi tralaylaa, hepsi gittiler hühühüüü.
Aynen böyle yaşandı olay, onları yolculadıktan sonra ağladım bi ton, "bıktım ulan artık, yetti gayrı, hep ayrı hep ayrı" diye. O üzüntülü anımda bile kafiye yapmaktan geri kalmadım ki anlayın ne şairane, ne ince hisli bi yapım var, ondan matematikçiyim zati, matematikçilerin hisleri (ilk 5+bi de altı) fecii gelişiktir, habire olmayan bişeyleri varsaymaktan, varsaydığımız olmayan şeyleri ispatlamaktan duygu muygu bizde ağaç gibi kök salar, çok aşık oluruz, accayip sinirleniriz, korkunç kızarız, normal insanlar diilizdir yani. Öyle offfff....
Banyomda gördüğüm, son zamanlarda populasyonu artan toz topakları, halıların üzerinde gördüğüm bölünerek çoğalan lekeler bana temizlik zamanının geldiğini bildiriyor. Henüz okul açık olduğu için ve ne acı ki 30 hazirana kadar da açık olacağı için, bu umutsuz çığlıkları göz ardı ediyordum. Ama insanları evime oturmaya çağırmak gibi bir basiretsizlik gösterince aynı çığlıklar bir anda canhıraş bi biçimde gelmeye başladı kulağıma. Şu an da o çığlıkları duymamak için blog yazmaktayım zati. Ogame de malım birikmemiş ki enerji tekniğini 8., lazer tekniğini 10. seviyeye çıkarıp azcık daha oyalanabileyim. Yarına olur herhal, sonrasında da plazma atıcı yapıcam, gezegenin bi ucundan girip ötekinden çıkıcam, Konya ovası gibi dümdüz edicem öyle ki Jüpitere bi yımırta diksen Mars tan gözükücek, höyle yani.
Yavrulara karneleri verdim, zırzır kız taifesi sanki koca sene devrilip yatan, sıfırları çifter çifter alıp da hiç mi hiç sallamayan kendileri değilmiş gibi, gözyaşlarına boğuldular. "Nasıl kalırım ama matematikten nasıl böhüaağğğğrrrhhhhhh" diyen gerizekalı yavru, sene içinde üç adet boş kağıt takdim edip üç adet sıfır almıştı. Bazen acaba bu nesil az aptal da söylenen hiç bişeyi anlamıyor mu diye düşünüyorum, "hoca topluluk içinde notun 100 demekten çekindi, ondan sıfır diyo, eksik kalan 1 i sonra söölicek, 100 almışımdır ben aslında" diye bi mantık yürütüyolar sanırım. Diğer sınıflardan ağlayanlar da Yılmaz Morgül'e taş çıkartıyorlardı, bir hönkürük bir dövünük. Erkekler bari ağlamadılar, göğüslerini zayıflarına siper edip tırıs tırıs evlerinin yolunu tuttular. Allah ıslah ede.
Şimdi sıra geldi diğer kılçık maratona, sorumluluklara, namı diğer "hocam azcık yardım edin". Aslında ben organizasyon şirketi sahibi olmak istiyorum ama biraz da öğretmen olmak istiyorum gene de, azcık da organizasyon.
Evet.

Perşembe, Haziran 15, 2006

FİLM OLAYI


Siz Chicago filmini seyrettiniz mi? Aaa hayır mı? Ne yivreeennçç!!! Ben izledim DVD sini bilem aldım, durup durup izliyom. Eski bi film bu, D&R da indirime giren DVD lerden olduu için, bilinçsiz bi seçim yapmıştım ama süper olmuş. Böcekefendi sevmedi, müzikal ya, öyle uzun konuşmalı şarkılı türkülü şeyleri felan sevmez, atlayalım zıplayalım dağları devirelim hesabı filmlerden bi de bööle sonunu tahmin edip "aha da katil uşak" diyebilceemiz filmlerden hoşlanır. En sevdiim filmlerden olan, yakışıklılar şahı Brad Pitt'in (baba oldu gitti herif off) Fight Club ın ilk 15 dakkasını seyrettikten sonra, "annadım ben bu herif çift kişilikli" deyip beni sinir etmişti, üzerinize afiyet ben filmin sonuna kadar herife teşhis koyamamıştım da, sinirim ondandır.Bu film iki hafif kadının hikayesini anlatır, 1920 lerde Chicago'da geçer, müzikaldir, daha da önemlisi Catherine Zeta Jones vardır içinde ki, yeryüzünde yaşayan, kadına en çok benzeyen ve bu ırkın da en güzel temsilcisidir kendisi. Hoşuma gider benim bu hatuna bakıp "aynı cinsiz biz bunlan" demesi. Kamera arkasını seyretmek daha da hoşuma gider. Valla bak, gidin alın göreceksiniz, hakkaten güzel film. "Cellophane Man" şarkısını söyleyen garibim adama da çok üzülürüm bi de.



Nahan da bi de bunun DVD sini aldım ben, Çarşamba günü okul kaçağı yapıp, Profiloya gezmeye gittiğimde, bi de Wilbur Smith'in Nehir Tanrısı kitabını aldım, hoşlanıyorum adamın kitaplarından, maceranın dibine vuran soylu ve üstün İngiliz ırkı yazarı. Ben gittim filmine, yanlış anlaşılmasın. Salondaki yaş ortalaması 12 idi bi de ben 30. Acıklı ama naparsın, fantastik filmleri de ben seviyom. Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Narnia şu bu. Acıklı filmleri sevmiyom yannız, Babam ve Oğlum, Benim Adım Sam kibin filmler beni aşar mesela hiç de gitmem de görmem de. Bi de acık hayalkırıklıına uuradım Da Vinci Şifresinde ben, kitabında daha çok heyecanlandıydım valla.Eğer böceğiniz özel sektörde çalışıyosa (yeni üst düzey yönetici sevgili bulmuş arkideşlerimize abla tavsiyesidir,ehühühü) evde bi DVD keyfi yapmak lüks olabilir yalnız, şimdi bekliyom ki böcekefendi eve bi gün de erken gelsin ve geldiğinde yorgunluktan gözlerinin altı morarmamış olsun ki biz de çekirdek ve kolayla film keyfi yapabilelim. Umut dünyası işte....Ameli'ler, Terminal'ler sizleri de ne zorluk ve beklemelerle seyredebilmiştik, unutmuş da diilim.Bi de bişi daha söylemek istiyom burdan, ben kavgacı diilim yani, hatta alabildiğimce alttan almaya bile çalışıyom genelde, ayrıca ben biriyle bi problem yaşadığımda onlar da benimle yaşamış oluyolar, hatırlatırım, tek yaşayıp da oturan ben diilim. Sadece benim "doğru" yargılarıma uymayan şeyleri kabullenemiyom kolaycana veya görmezlikten gelemiyom hemen, o yüzden az gamsız birinin yapabileceği gibi üstüne bi çizgi çekip atamıyom. Canım sıkıldı benim bugün bu konuya da ondan söölüyom bööle yani. Öf bokum!

Pazartesi, Haziran 05, 2006

LEVREK YEMECE

İki gündür süren Açıköğretim sınav maratonu yeni bitti, beni de bitirdi. Bugün sevkliyim, evdeyim, ölüyom be !!
Dün Uğurböceği geldi beni okuldan aldı, İkea'ya gittik, banyoya yeni dekorasyon yapıyom ya, alacağım bi ton şey var ve fekat ayaklarım haşat halde. Çünkü sınavlarda ben ortada sıçandım ve sınıfa girip saatlerce oturan arkadaşlarımın aksine, bir pire gibi dört yana koşturdum, bütün işleri yaptım, yetmedi, polis memuru aslen jeoloji mühendisi olan İrfan ve Bina Sınav Sorumlusu Sema Hanım'la arkadaş oldum, gelen herkesin çantasını karıştırdım, ki bu karıştırma fiilini çekmek aralıksız 60 dakika boyunca ayakta durmak demek oluyor. İlk gün kibar ayakkabı giymiştim, ikinci gün yaklaşık 8 senelik en rahat sandaletlerimi giydiğim halde ayaklarım ayakkabıdan çıkacak gibiydi, size yazımın sonunda tipi azcık düzelmiş olan ayaklarımı da sunacağım.
Ikea'dan alınanlara 70 ytl tosladım ama hepsi de içime sindi, banyonun gözü gönlü açılıyor yavaştan, yeşiller, sarılar, turuncular filan. Sonra balık yemeye gittik kocamnan, bi haftadır sayıklıyodum çünkü. Gene Beykoz örtmenevine mi gidelim polemiği yaşadık bi süre, sonra ben katiyetle "oraya gitmem, gidiceksek balık neyim yemem, kavga da çıkarırım ayriyeten" noktasını koyduğum için, anadolu hisarına dooru arabayla gidip gözümüze kestirecek yer aramaya başladık. Kanlıca'da Taç Restaurant'ı gördük hemen içine atladık oturduk, fazlasıyla kibar bi mekan seçmişiz, ayakkabılarımı çıkaramadım.
Şindiii, bu mekana öyle destursuz giremiyosunuz, kapıda sizi bi vale karşılıyo, arabayı ona mı bıraksak kendimiz mi parketsek polemiği yaşıyorsunuz bi an, sonra kendiniz parkediyosunuz. İnip içeri girmeye kalkıştığınızda sizi bi ordu karşılıyo, herkese "meraba, hoşbulduk ehü ehi" diye kibar kibar sırıtmaya zorunlusunuz. Bunca ter ve eziyetten sonra, üç kişi sizi bi masaya götürüp konuşlandırıyorlar. Biri sandalyenizi tutuyo, biri çantanızı yan sandalyeye koyuyo, biri eşinizi yerleştiriyo. Oturdunuz mu? Tamam operasyonun ilk aşaması kazasız belasız atlatıldı demek. Yemek söyleyeceksiniz dimi ? Evet, biz de öyle yaptık, oraya kadar gidip yemek yememek o kalabalığa ayıp olur diye sırf. Baş garson geldi, Uğurböceği normalde siparişi, "abicim bak şindi, sen bize şööle büyük, güzel bi salata yaptır, bi kalamar kızart, pişkin olsun ama, büyük bi patates getir, iki de çupra, hadi koçum" şeklinde verir, burda nerdeee. "Ordövr ne alırsınız, ara sıcak tercihiniz, 19bilmemkaç şahane beyaz şarabım var" diyen bi adama "git kalamar kızart" denmez helbet. Bu noktada, gurmeyim ya, yönetimi ele aldım, "alkol kullanmıyoruz, diğer soğuk içecek tercihlerimizi öğrenebilir miyim?" dedim, bak bak gurmeye bak Allahımmm! "Golaaa, fantuaa, miyve suyuuu" olduğunu öğrendik şaşkınlıktan dibimiz düşerek. Gola ısmarladık, kalamar söyledik, patetiz söyledik, salata arzuladık, "ara sıcaklardan" patlıcan salatası aldık ve diğer masaların yanında gayet fakir bi menümüz oldu. Abiler karaflar içinde gelen, bakır iki bölmeli, altlıklarına buz doldurulmuş, iç kısmında rakı bardağı koyulup, rakının ısınmamasını sağlayacak ekipmanlar kullanıyor, alevli meyva tabakları sipariş ediyor idiler. 5 kişilik bir heyet istediklerimizi getirdi, tabağımıza koydu, çatalımızı elimize verdi, görmemişiz ya Allah muhafaza çatalla ağzımızı felan bulduramayız diye bir ışıklı yön tabelaları eksikti masada. Balık hariç herşeyi yiyip beklemeye başladık, balık hakkındaki fikrimiz alıncak mı yoksa garson taifesinin insafına mı kaldık diye, Allahtan zarif insanlar, gelip sordular. Levrek yedik biz, iri kıyım bi levreğin iki parçasını.
Bütün bu yemek esnasında böcekefendi hesabı ödeyecek kişinin ben olduğumu bildiği için eziyet üzerine eziyet yaşattı bana, "bulaşıkları yıkayalım, bu hesabı ödemeye senin kartının limiti yetmez, borç veriim mi, 200 den aşaa gelirse ben adam diilim" bilmemne felan diye. Gitar teli gibi gerildim, kaçmayı istedim ama Kanlıca'dan Mecidiyeköy'e nasıl gelinceeni bilmediğim için vazgeçtim. Çıka çıka 85 çıktı hesap da, üstelik bize çikolata soslu vanilyalı dondurmayı da ikramları olarak sundular, naabeeerrr.
En eğlenceli kısım çevre masalardaki kokoşları izleyip gülmekti, bi de manzara tabi. Denize sıfır bi mekan burası, ışıklar müzik filan gayet güzel. Tek sorunu yemek esnasında hayatta en çok sevdiğiniz, yüzüne bakıp da "bu adamın hepsi benim" diye düşündüğünüz insanla başbaşa kalamamak, su doldurucu gelir, "bişey arzu edermiydiniz"ci gider, salatayı tabağınıza servis edici etrafınızda dolaşır filan.
Hani diyorum ki, tavlayacağınız, çok arzu ettiğiniz bi kız varsa getirin, gözü kamaşsın, dibi düşsün, yok kızsanız da etkileyici gözükmek istiyosanız, saçınızı jöleleyip dalgalandırın, uzun küpeler takın bi de elbise giyin, denize gözlerinizi kısıp rujlu dudaklarınızı aralayarak bakın, alimallah sizden etkilenmeyecek bi ademoğlu daha tanımıyorum.
Tek bozulduğum nokta şuydu, yeşil salatayı tabaklara almak için yanında servis çatal-kaşığı getirmişler, biz de hiç görmeden kabından yemişiz, kendimizi affetmiyorum, bu da böyle biline.

Cumartesi, Haziran 03, 2006

BAZEN BAZILARI DAYAK İSTER

İnsan hakları, topluma saygı hede hödö filan gibi büyük söylemlere çok katılmayan birisiyim. Toplumun kendi içinde bir dengesi olduğuna, o dengeyi bazen kavga gürültü, bazen dinginlikle tutturduğuna, idamların hak edenlere uygulanması gerektiğine, bir kapkaççının göz altına alınması değil susturuculu bir silahla sessizce öldürülmesi gerektiğine, dostluklarda özel alan sınırlarını ihlal etmemeye, benden büyük insanların beni evin küçük kızı gibi görmelerinin güzelliğine, bunalım insanlardan kaçmak gerektiğine, aşkta geçerli tek kuralın kuralsızlık olduğuna, bir erkeğin bir kadını aldatmaması için öncelikli şartın bu erkeğin harbici bir dini inanca ve Allah korkusuna sahip olması gerektiğine, bir kocanın koca oluşunun baş şartlarından birinin cumaya gitmesi gerekliliği olduğuna, sol söylemlerin dev bir safsata olduğuna, dinci söylemlerin içimi sıkıp beni yoldan çıkaracak bir isyan duygusu yarattığına, rengini belli etmeyen insandan nefret etmenin gerekliliğine, hayvandan, zelzeleden, ecinniden değil insandan korkmanın gerekliliğine, yalnız dürüstlüğün kalabalık şerefsizlik altında ezilmeye mahkum olduğu gerçeğini kabul etmek istemeyişime inanırım.
Bi sürü inancım var, bazıları zamanla değişiyor, herkes gibi. Bazıları sabit kalıyor ama sebebini bilemiyorum.
Konuşularak yola getirilecek insan sayısının azlığını, öğretmenliğim esnasında iyice idrak etmiş olduğumdan dolayı bazı insanların sıkı bir sopayla akıllarının başlarına geleceğine artık iyice kaniyim. Bütün gün evde arı gibi didindiğim halde akşam gelen kocamın "aaa bütün gün evde yattın niye bu kadar yorgunsun" sorusuna karşılık verilecek sırf mantık bir cevabın, oturtulacak sağlam bir yumruk karşısında daha az başarı şansı olduğunu biliyorum mesela. Ağzından küfür düşmeyen, en büyük esprisi yanındakine "ananı s.kiim" demek olan bir kısım öğrenci insanının da kuytu bir köşeye çekilip ağzı burnu dağıtılmak suretiyle adam edileceğini düşünüyorum. Erkekliğini arabasıyla eş tutan, arabası bozulunca kendi de bozulan, hız yaparak, makas çekerek kendini kanıtlamaya çalışan hanzoların, kafasına vurulacak sıkı bir balyoz darbesiyle hızının kesileceğini düşünüyorum. Koca gün didinildiği halde, bunu ısrarla görmek istemeyen, ısrarla yalakalık bekleyen bir grup "amir" diye adlandırılan insanın incik kemiğine vurulacak sağlam bir darbe aniden gözlerini açabilir mesela. 7 ayakkabının tamirine, ki bu tamirlerin her birinin yapılış süresi 3 dakika olduğu halde 50 YTL isteyip, koca günün emeğini çalmaya çalışan herifin dükkanının camlarını indirmek de onun paragözlüğü üzerinde pozitif yönde bir etki yaratacaktır. Ha keza, bir bacağı kısa olduğu için asla bir duvara monte edilemeyecek bir raf veren Mudo satış görevlisi.
Bazı insanlar dayakla uslanıyor mirim, bana da lazım arada bir, ortada hiçbir sebep yokken vırıl vırıl söylenip zavallı kocamı çileden çıkarttığım vakitler, gereksiz hırçınlıklarla annemi babamı üzdüğüm vakitler vs vs vs....