Pazartesi, Temmuz 31, 2006

ÇİN



Eskiden atalarımızın en büyük düşmanları idiler. Şimdi dünya ekonomisinin. Ben Çin'i seviyorum, kültürleri hoşuma gidiyor. Japonları da seviyorum, bozulmamış tüm medeniyetleri de seviyorum. Bi de Güney Amerika. Umarım bi gün Peru'ya gidebilirim gezmek için. Çok para lazım çoookkk!
Nerden mi esti? Kıymetli beyim Çin Seddi'ni Google Earth de arıyodu, ordan.
Bi yandan da çin müziği dinleyelim, kulağımızın pası silinsin. Parçanın adı "Kangding'in Aşk Şarkısı". Çok güzel.

Resim şu sayfadan.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

KUAFÖR MÜ BERBER Mİ?

Çoook uzun bi aradan sonra gidip saçımı kestirdim dün. Kestirdim dediysem öyle kısaltılmış filan diil yanlış anlaşılmasın, kısa kestirmiyom artık ben, uzun tutucam saçımı. Bi de çok kıvırcık ya, kısa olunca her teli başka yöne bakıyo, çılgın kafalar gibi geziyom, ömrümün eziyeti halini alıyo. Önlerine kat attırdım, resimdeki üzere bikaç minik perçemim oldu, bi de kabarmasın diye inceltti abi acık arkaları.
Ben kuaföre gitmem normalde nefret ediyom çünkü, ordaki o cahil ama ukala manikürcüler, bişey bilmez zevksiz kuaförleri göklere çıkaran bi o kadar zevksiz ve ukala kadınlar sinirimi bozuyo. Bi de ayağımı birinin burnuna dayayıp tırnaklarını yaptırmak garibime gidiyo kendimi rahatsız hissediyorum. O yüzden kocamın saçlarını da kesen, hem de güzel kesen unisex kuaföre gittim. Aslında normalde kadınların bi kuaförü olur dimi, acıklı ama benim yok, kağıt makasıyla kendim kesiyom normalde banyodan sonra ayna karşısında. Geçen sene dallama kuaförün biri benim güzel saçlarımı düdüğe çevirmişti de kahrımdan ölecek gibi olmuştum, uzatasıya canım çıktı. O yüzden dün attığı her makasta "aman kısa oldu, ay dur, ya napıyosun" seslerini çıkardım, adam bi ara ciddi sinirlendi, elindeki makası kafama saplıycak gibiydi bakışları.
Kuruturken de taze bi arkadaş geçti kafamın başına, bi özen bi ihtimam, dilini yandan sarkıtarak fön çekmeye çalışmalar. Dicektim "abicim fazla heyecanlanma, o oynayıp durduğun saçlar fön tutmaz, kapıdan çıkmadan gene kıvırcıklaşır" diye, hevesi kaçmasın diye söölemedim. Neticede Bestami gibi yaptı beni. Önlerde bir kitle, metazori yöntemiyle dümdüz hale getirilmiş, kalan kısım kıpkıvırcık, kulaklarımın arkasından iki tel tokayla toplanmış, böğğkk! Hevesli çırağa dedim ki, "benim bööle sokağa çıkacağımı düşünmüyosun herhalde". Eseri anlaşılmamış Picasso edasıyla "ama nasıl olur, son derece güzel oldu" filan dedi, "abicim doğal yap acık, bu nedir böyle, orası öyle burası böyle, dağıt biraz" dedim. Gözünü devirip üfleyip püfleyerek dağıttı, sonra aynadan hiç de memnun kalmadığı bu "doğal" eserine baktı. Kuaförlerin bütün çabası sizi ordan "saçı yapılı kadın" şeklinde çıkarmaktır, asla normal bi insan halinde kapıdan çıkıp gitmenize izin vermezler, hele de geçen sene bi ara arkası horoz gibi didilmiş saç modeli vardı ki o saçtan yaptırmış kadınları görünce tansiyonum yükselirdi.
Bi de yapınca "güle güle kullanın" derler, "saçımı topuz kullanıyorum" diyen kadınlar da vardır, hakketen bak, yaşıyo böyleleri de.
Doorusu hangisi bilemiyom, sanırım "kuaför" kibar hali, "berber" alaturka. Belki de "kuaför" kadın için, "berber" erkek için kullanılıyodur.
"Kestirdin de nooldu, kuş mu kondu" diyebilecek densizlere de cevabımı aşağıdaki fotoğrafla veriyorum, hıh!!

Salı, Temmuz 25, 2006

OFFFF !

Her insan her insanı sevmek zorunda diil hakkaten, benim de bi sürü sevmediğim çirkin ayaklı boş insan var, beni de sevmeyen bi sürü insan. Ama derdim ki; bi insan bi ulustan toptan nası nefret edebilir ki, ulusların genel bir karakteri yoktur, bunlar uluslara ait tek tek bireylerin en kötülerinin ortalaması alınmış halidir. Yani bir ulusun en kötü yanını o ulusa ait en kötü bireyler belirler ki bunlar da gayet azınlık kalır aslında, dışarıdan bakanlar da buna bağlı olarak hüküm verirler. Bizim güney sahillerinde yatan tipi bozuk kırolar gibi. Ulusumuzun içinde aslında gayet azdırlar ama bizim kötü yanlarımızı onlar belirler.
Ve fakat şimdi görüyorum ki ben bu İsrail'den ve tüm ulusundan, her bir bireyinden tek tek nefret ediyorum. Tanıyayım, tanımayayım durum budur. Bugün Yaseminle de konuştuk, bunların başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir, İspanya bir dönem kırmış sürmüş, Almanya bi dönem kırmış sürmüştür, gelgelelim bu insanlar asla "biz bu acıları çektik, gördük, bari başkasına yaşatmayalım" demezler, adı geçen ülkelerden intikam almaya güçleri yetmez, civarındaki garibanlara saldırırlar, suçsuz günahsız kim varsa kara bir toprak hırsı uğruna çoluk çocuk demeden kırarlar, sivil konvoyları vururlar, para hırsına yedi düveli harap ederler. Yardakçıları da vardır bi sürü ve ne acı ki baş yardakçısı da dünyanın jandarmasıdır, onlardan izinsiz osuramazsınız bile. Bi takım gerizekalı insan sürüsü de bunları baştacı eder, "Ay tatilde New York'u gezdim, Manhattan bi başka" diye bokum bi sürü laf ederler, göğsünde "US Army" yazan, aşağılık yardakçının bayrağı bulunan tişörtler giyerler, Tommy parfüm sıkınıp, Coca Cola dan başka bişi içmezler. Bu kültüre diil aslında kültürsüzlüğe çanak tutarlar ki kolaylarına gelir. Çünkü bu sistem aşağılıklığı dayatır, der ki "Kardeşim olabildiğince sığ ol, ye iç sıç, yarını öbürgünü düşünme, sömürebileceğin kim ve ne varsa sömür, basit ol, öyle kompleks meselelere kafa yorma, sana ne, sana mı kaldı, eğlen castık castık eller havaya, onla bunla yat, hayatını yaşa, hiç bi erdemin olmasın, bunlar için hiç bi yerini kaldırıp da kendini yorma, aman fikir zikir de neymiş, gez takıl abicim sen, arkadaşını dostunu ülkeni arkadan vur sonra da onları suçla de ki, hassas ruhum incindi anlamadılar beni, uydur yani kılıfına, ölümlü dünya". Onlar da buna uyarlar işlerine gelir çünkü, sorumluluk yok, iş yok güç yok, oh sen sağ ben selamet. Globalliğini yiyim, bana bişi olmasın hesabı.
Hakkaten nefret ediyom, ağzım köpürüyo, noolcaz bilmem, silinmiycek dünya tarihinden bunlar, kır kır gene çıkıcaklar, dünya ahalisi olarak alnımızda kara bi leke olarak gezdiricez galiba, topunu alayını...
Uzaylılar gelmeden yok olsalar da konu komşuya bari rezil rüsva olmasak.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM

İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM
ÖNÜMÜZE DAĞLAR SIRALANSA DA
SERMAYEM DERDİMDİR SERVETİM AHIM
KARARDIKÇA BAHTIM KARALANSA DA

HAYLİ DOLAŞAYIM YÜCE DAĞLARDA
DOST BENİ BIRAKTI AH İLE ZARDA
ÖTMEK İSTİYORUM VİRAN BAĞLARDA
AYAĞIMA CENNET KİRALANSA DA

BAĞLADIM CANIMI ZÜLFÜN TELİNE
SEN BENİ BIRAKTIN ELİN DİLİNE
GÜLDÜN MAHZUNİNİN BERBAT HALİNE
MERVANIN ELİNDE PARELENSE DE

Tatil tatil, ben diyim bi hafta siz diyin on gün, ööle işte...
Türkü gibisi var mı, döniim yazcaam konular; hayvan sevgisi, hümanizm, türküler, nasıl çupraları teker teker yidim, denizin alayını yüzerken başımdan geçenler, annem ne dedi, kızkardeşimin yeni tuttuğu ev nasıldır, bebek evrenler ve kara delikler, dijital fotoorafçılık teknikleri, kurbağa keserken dikkat edilcek hususlar, perdeleri yıkarken bi gece önceden ıslatırsak daha iyi beyazlar mı, mevlevilik nedir, şu yaşımdan sonra mevlevi olsam olur mu, işte böyle ruhani konular...
Dedim ki heveslensin 5 okuyucum, beni merakla,arzuyla beklesin.

Pazar, Temmuz 16, 2006

Bİ KARAR VERDİM

Bi karar verdim evet, bi tane diil bin tane filan verdim, bakınız aşağısı, iki gün dört duvara bakarak oturuyosan, sıkıntıdan insanın 50 metre ilerideki Profiloya bile gidesi kalmıyosa, bi arkadaş kuruması olayı yaşıyosan, koca çalışıyorsa daima, klimatize ev ortamından ayrılıp sıcak sokağa çıkmayı göz kesmiyosa, anca sigara bitince sokağa çıkıyosan (bi sigara için bakkalın çıraanı getirtmek prensiplerime uygun diil, Prensip No:112--Bakkalın çıraanı bi sigara için getirtme, hele de birilerine bahşiş verirken çok utanıyosan), Beyaz'ı içeren bütün yayınları izlediysen, VCD çekmecesini talan edip bikaç film daha seyrettiysen, bol şeftali, bi kısım kiraz, bekleyip duran bitter çikolata, labne peyniri, domates, çorba filan yediysen, sonra mide fesadı geçirip rezene çayıyla mide ilaçlarına dayandıysan, Maeve Binchylerini yüzellinci kez okuyosan, çakmak yoksa ve her sigara için ocağa gitmekten yıldıysan, ayrıca gecenin bi körü evde yalnız korkuyosan, sinir katsayın giderek artıyosa, anam bin değil onbin karar bile verirsin.
Koca gün boyu boyuma kısa gelen koltukta yatıp koltuk kenarına diktiğim çıplak ayaklarıma bakınca çok normal karşılanabilecek bi karar verdim. Ayakkabı tasarımcısı olcam ben. Nahan da ayaklarımı görüyonuz. Öyle renk olsa böyle renk olsa felan derken dedim ki kendi kendime, ben bunları çiziim, bi koca teneke kutuda rengarenk kuru boyalar olacaktı, balkonun derinliklerinde bi yerde, onları çıkariim çiziim filan. Şahane modeller ürettim kafamda. Delcam Shoemaker diye bi prooram varmış, cad-cam prooramı aslında, genel mantık aynı yani, indiriyom onu, sanayi tipi çizim de yapcam ben. Bak resmim iyidir çok benim ama. Müziim de iyidir, korolarda görevler aldım, gitarlar çaldım, hanım aktivitesi, ben diyim ahşap boyama, sen de fimo, alayını da yaptım. Nası matematikçi oldum bilmem. Şindi bi de ayakkabıcı olup hepsinin üzerine üy dikiim tam olsun.
Ayakkabı tasarımcılığa garanti veremiyom, sonradan kıymetli 5 okuyucum gidip gelip bloguma ekşimeyin, "nerde ayakkabılar, biz de isteriz" diye. Kızarım, kızdığım yetmez kavga da çıkarırım, dövüşken bir karakterim. Eğlenceli bi aktivite bulursam unuturum tasarımcılığı söyliyim.
O kadar.

Cumartesi, Temmuz 15, 2006

SOSİS ŞEKER-HAMBURGERİ BİLEM VAR

Gittim kınama geldim, daraldım da acık, kendi kınamda da inme inicek gibi olduydu ama çaresiz yapmıştık. Fekaaat düğündeki takı ve öpüşme merasiminden nefret ettiğim kadar hiçbişiiden nefret eder diilim söyliyim, zaten hiç hoşlanmıyom insanlara dokunmaktan bi de sekizbin kişiyi öpünce insana bi haller oluyo. Yok valla bi daha aynı derdi çekemem, geçiniyim geçinmiyim oturucam herifimle.
Herifim nerde peki? Çalışmakta! Yoksa ben bu saatte niyçın ama niyçın bilgisayar başında oliim ki. Ne sıkıcı iki gün geçiriyom be, düdük gibi tek başıma. Tatilin başından beri hep bi takım aktiviteler yapmıştım, ona git buna gel, alışveriş yap, dışarı çık filan derken şu ana kadar anlamamışım, hakketen tatil daraltıcı yüzünü son derece büyük bir acımasızlıkla gösterdi.
Şu yukardaki şeker ve üç arkadaşı benim bu sabahki kahvaltımdı, bunların bi de hamburger şeklinde olanı var, şeker aleminde sosis şekeri tek geçerim. Gırç gırç sesler çıkartırlar, uzata uzata yersin, ağzınla çeşitli sesler çıkarıp adamını sinir edersin filan. Üzerinize afiyet şeftali yemekten midem bi hoş olmuş da bugün biraz sağlıklı besleniim dedim, ki bence Haribo sosis şeker de bu iş için birebirdi.
Gelecek seneki sucuklarım için matematik defteri hazırlıycam, günlük plan babında. Okulumuzdaki deveden hallice taş kafa güzide matematik öğretmenleri kitaplarımı birer birer alıyor, almadım diyor, sonradan ellerinde görünce yüzlüyorum, hiç de utanmıyorlar, işte de bu eziyetten kurtulmak amacıyla bi defter yapıcam ki, konuları, örnekleri filan yaziim, bi tek defterle gidiim sınıfa, bitsin bu aşkın ıstırabı. Hem de vakit geçer.
Diğer eğlenceli aktivitelerim, çorba içmek, kocamı beklemek, vergi iade fişlerinden her gün bir avuç yazmak, evde topuklu ayakkabı üzerinde durma denemeleri yapmak, bir salona bir yatağa yatıp saatlerin geçmesini beklemek ve çekirdek çitlemektir. Bu eylemlere katılmak isteyen varsa, buraya yazsın ki evi tarif ediim.

Perşembe, Temmuz 13, 2006

DÜĞÜN GÜNÜ KREASYONLARI



Düüne gitcem ben bu akşam, daha doorusu kına gecesine, çünkü düüne gidemicem. İşbu mühimötesi gece için hazırladığım iki kreasyonum. Hangisini giysem karar veremedim. Beyaz gömlekli olanı daha çok tutuyom kendi adıma, çünkü ötekiyle karaböcük gibi oluyom, yaz vakti bunca kara giyinmek de hayra alamet diildir, biliyosunuz. Yok, her ne giysem güzel olucam orası ayrı da, daha güzel ve çok güzel arasında seçim yapmam gerekiyo, ne zor Yarappi, ne zor.
Yalnız beyaz çantam yok, siyah var bi tek, o yüzden o beyazlının altına, öteki resimdeki siyah topukluları giyip, siyah çantamı da takınabilirim, söylemedi demeyin.
Bi de bunun küpesi, ojesi, ayak tırnağı, göz boyası, dudak sürücüsü falanı var. Süslü olmak ne uzun iş be. Allahtan süslü diilim. :)

Salı, Temmuz 11, 2006

YAZ MI DEDİN?
















Denizini, güneşini, kumunu yiyim, hiçbiri olmasın, yaz dediğin şu keyiftir, kellisi yalan!

Perşembe, Temmuz 06, 2006

KÜLTÜREL GEZİYE BİR BAKIŞ



Tamam kültür-gezi prooramı yapımcıları gibi Madagaskar'a, Honolulu'ya gitmemiş olabiliriz ama bizim gittiğimiz yerler de Bir Honolululunun bakış açısıyla, bize Honolulu'nun gözüktüğü gibi gözükebilir, pek mi karışık oldu, hemen açiim, Nişantaşı'na gittik, okula.
Kaşlarımız da şahanedir, ikisini birleştirince, bi yağmur ormanı oluşur.
Ezik büzük Pass insanıyla msn ederken, dedik ki "ilaçlarımız bitti, gidek alak, ama bu eylemi tek başımıza gerçekleştirmeyek güçlerimizi birleştirek" Düşüncemiz kendimize pek makul geldi ki hemen harekete geçtik.
Kendisi okula vardığında beni aradı ki ben o esnada daha Mecidiyeköy'de, otobüs içinde etrafı seyir ediyordum ama bakınız zeki ve arkideşini kırmak istemeyen bi insan olarak ne dedim; "Osmanbeydeyim 10 dakka sonra okulda olcam". Sonra da dedim ki kendi kendime; "Nasılsa bu okula gitti, ben bütün Rumeli'yi yürüyüp saalık ocaana kadar geri yürüyüp, ilaçları almak için bi daa geri yüriiceeme o sevki alsın gelsin, ben saalık ocaanın oralarda oyalaniim." Hemmen arayıp fikrimi beyan ettim, yalnız bu fiil öyle kolay çekilmiyo, kendisi teline cevap vermemekle ünlüdür, ara ikiyüzbin kere çaldır, açmasın, bi daa ara, bekle ki arasın şeklinde gerçekleşir. Allahtan kalbi temiz, mümtaz bi insan ki kabul etti, bilmem iyi mi oldu, bu bekleme işi bana 22,90 lık aşağıdaki küpelere maloldu. Resimdeki dolma parmaklar bana, az daha kuruları Pass a aittir.

Sonra bütün bu dediğim işleri gerçekleştirdik, ben gerçekleştirdim yani, çünkü kendisi saalık karnesine ilaç yazdırcak bi insan olarak sağlık karnesini kaybetti, olsun boşa gitmedi, bana sevk getirdi, ilacımın yazılması esnasında bana refakat etti, ilacımı almak üzere eczaneye geri geldi, ilacımı beklerken Mado'ya oturdu, dondurma yedi, çılgıncasına eğlendi yani. Onun yeni çıkarılmış ama onaylanmamış, o yüzden bi işe yaramayacak sağlık karnesiylen, benim pek kullanılmış sağlık karnemi görüyonuz demi?

Şu aşağıdaki benim dondurmayı yidikten sonraki, pembe koltuktaki kurum kurum kurulmuş halim, oh ne rahatım, sonrakinde telekomünik kişiliğim öne çıkmış, kocamnan konuşuyom, ona sonradan tutmayacağım dondurma getirme sözü veriyorum, en alttaki de bütün bu eylemin ana sebebi olan kıymetli mide-baarsak ilaçlarım.
Yeni gezilerde buluşmak üzere sevgili kültür dostları!!








Hamiş: Gezinin yalan yalan bir başka bakış açısıyla yazılmış hikayesini, çok da önemli olmayan dip notlarını görmek isterseniz başvuracağınız kişi Yasemin insanıdır efendim.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

İŞTE O RUJ !



Pek kıymettar, pek nadide toplam 5 okuyucuma söz verdiğim gibi gırmısı rujlu resmimi yayınlamaya karar verdim. Az önce süründüm, çekindim, bu işi yapan ruju bilem gösterdim, kendisinin markası Avon olup, Sevgililer Günü için özel üretilmiş kalp şeklinde bir rujdur. Ablam Avoncu olduğundan, her bir kozmetik malzememizi Avondan almamız pek de şaşırtıcı bir hadise de diildir.
Ayaklarımı da çekmiştim, ama ojesiz olduundan pek de güzel çıkmamış, hemi de komik ya benim ayaklarım biraz, ondan, dobalak dobalak. Uur altında bi yastık tabakası var kedilerinkiler gibi, yolda yürürken hayatta bişey batmaz diyo ama hatırlatmak gerek ki kendi ayakları da ömrümde gördüğüm en komik ayaklardan biri.
Ayak fetişisti olduumu söylemiş miydim? Herkesin ayaklarını tek tek incelerim, çaktırmamaya çalışarak, o yüzden yazlar benim için kabus gibi geçer, her yanda terlikler sandaletler, kahrolsun ki erkekler de son yıllarda parmak arası terlik giymeye başladı (evet, gocam da giyiyo, ne var), böyle kıllı kıllı, kımıl kımıl, iğrenç ayaklarını piyasaya çıkarıyolar falan, kabus gibi bayılıp yere düşesim geliyo. Yere düşmek şart diil de bayılasım kesin geliyo.
Bi de hep "çıkarıyo" yerine "çıakrıyo" yazıyom ben, yani böyle kelimelerde "a" ile "k" nın filan, yan yana olan harflerin yerleri karışıyo, ondan bi kere daha yazdıklarımı okuyup düzeltmek zorunda kalıyom, düşün yani blog yazcam diye çektiim şu eziyeti.
Öteki blogdaki "hanım kız, ciddi ve sorumluluk sahibi ev hanımı, pek saygıdeğer bağyan" havasından burada kurtulabilmiş olduuma pek memnunum ama bak söyliyim.
Evet hoççakalın hayran kitlem şindilik, sona gene yazcam ben.

Salı, Temmuz 04, 2006

BİTLİ PİYADE

Şinci ben askere gitmedim, yahudi olmadığıma göre de gidecek gibi de gözükmüyorum. Belki dünya savaşı neyim çıkar da olan erkek nüfusu kırılır da iş bize kalırsa öyle olur bilemem. İstemem mi peki? İsterim valla. Hoşuma gidiyo ordu mensubu olmak ve olanlar. Eskişehir'de okudum ya ben, orda vardı bi ton ama havalı abilerdi onlar, pilottular, gözlük mont filan.
Bitli piyade lafı nerden geliyo bilmiyom, bugün Yasemin insanıyla konuşurken bi anda aklıma geldi, kendisi bunu çağrıştırmış da olabilir bana tebi, ehihihi, ama şööle düşünüyom, erkek kısmısı zaten pis yaratılmış insanlardır, yıkanmazlar, kokarlar, ekstradan kılları vardır ki iğrenç şeylerdir onlar, bi de bunlardan bi taburu düşününce insan vehametin boyutunu hayal bile edemiyo. Neyse düşünelim artık bi şekilde, bunlar şimdi zati pisler ya, bi de dağ tepe eğitime felan çıkıyolar, atla zıpla sürün. İyice terliyolar. Ruhları yıkanmaya elverişli olmadığından yıkanmıyolar da, sonra biri bitleniyo beklenen bir sonuç olarak, sonra aynı yerde yatışıp durduklarından ötekilere de bulaşıyo. Adları da zati piyade, oluyolar bitli piyade.
Bitli pilot, bitli yarbay flan olmaz ama onlar büyük insanlar, o vakte kadar yıkanmayı ööretiyolar bunlara askerde döve döve.
Başka nolabilir ki? Bi de bit resmi koyiyim yazıma tamam olsun.
Bi de "Su akar deli bakar" var, Kara insanına yaz demiştim, çok komik yazıyo diye, ondan da istek yapınca bi kendini bişi zannetti, nimet oldum sandı filan yazmadı, Kara'ya mı kaldık kendimiz yazarız.

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

DONDURMA

Bugün aldığım gastelerde gördüğüm kadarıyla Haagen-Dazs dondurmaları Türkiye'ye gelmiş, ne mutlu bize ne mutlu. Bunlar benim daha önce okuduğum bi takım kitaplarda sözü geçen dondurmalardı ki, kitapların kahramanları da New York'ta yaşayan ultra mega teta zengin, sapına kadar CEO kişilerdi, onlar bile Haagen-Dazs yiyolardı, düşün artık. Fekat yarım kiloluk bi kutusu 13,50 civarı. Bizim Algidalar 6 filan. Geliniz görünüz ki, bizim Algidaları yiyince de insanın içi ferahlamıyo, "oh ne güzel serin serin dondurma yidim" demiyosun, yapay maddelerin bolluğundan, dondurma bittiğinde genzinde kesif bir yanma duygusu kalıyo sadece ki bunu geçirmek için de bi kova su içmek gerekiyo arkasından. Bi de zaten Algidanın-Pandanın daha doğrusu Ülker'in haricindekilerin reklamlarında "dondurma" ibaresini kullanmaya hakları yokmuş, ürünlerinde "süt" kullanmadıklarından, sadece Ülker süt kullanıyormuş, o reklamlarında "dondurma" diyebiliyomuş, diğerleri ancak "sütlü buz". Aha da konuyla ilgili iki forum bilgisi, doğru mudur diye kontrol ettim de demin, var bi azıcık fark, yağ da etkenmiş bu ibarelerde. (1. si ve 2. si )
Şindi bu Haagen-Dazs ne kullanıyodur bilemiycem, zannetmem ki süt kullansın, evde dondurma yapmanın da binbir yolu var ama boşver, dondurmacılar kralı şaheser ötesi MADO dururken needecen ev dondurmasını demi? MADO da "dondurmamı sütle yapıyom, hem de öyle böyle diil keçi sütünde ve bi de salep katıyom" diyo. Buna inanıyom işte, normal dondurmaya benziyo çünkü, süpersonik.
Koşarak evden çıkınız, bi MADO'ya gidiniz, karadutlu, çikolatalı ve portakallı dondurma alınız, bana dua ediniz sizi bu gizli kalmış bilinmeyen lezzetle tanıştırdığım için.
Gurmelik görevimi de yaptım içim rahat.